Ana içeriğe atla

Büyük Ortadoğu Projesi Gerçeği.

Kader Perspektifinden İslâm Âlemi’nin Geleceği

a-Büyük Ortadoğu Projesi:
 Bugün “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla ortaya atılan dâvâ aslında “İslâm Âlemi Projesi” dir. Bu keyfiyet muhtevâsında Uzakdoğu’daki müslüman memleketlerinden Fas’a kadar pek çok ülkenin mevcud olmasıyla sâbittir. Peki öyleyse neden “İslâm Âlemi” adı yerine “Ortadoğu” sözü kullanılmaktadır. Bu, sadece ve sadece yahudi emellerini setr içindir. İslâm Dünyası’na yeni bir şekil vermek istenmesinin yahudi siyâsî emelleri ve İsrail’in geleceği kadar Amerika’nın müstakbel menfaatleri de rol oynamaktadır. İsrail’in İslam Dünyası’na kendi bekasını sağlamak maksadıyla vermek istediği şekil, bütün müslüman devletleri üçe-beşe bölerek gelecekte hiçbirinin kendisi için bir tehlike arzetmemesi olduğunu daha önce bir nebze izah etmiş bulunmaktayız.
Amerika’nın menfaati ise bu âlemin tabii kaynaklarını istismardır. Şöyle ki, Dünya’da günde seksen milyon varil petrol tüketilmektedir. Bunun dörtte biri Amerika tarafından tüketildiğine nazaran o en büyük petrol müstehlikidir. İstihlâk eylediği petrolün ise ancak on iki milyon varilini çıkarabilmektedir. Bu petrol üreticileri arasında rekor olmakla beraber Amerika yine de “petrol fakiri” dir. Günde beş buçuk milyon varil petrol çıkaran Suudî Arabistan, bunun kendisi yüzden birini bile istihlâk edemediğinden “petrol zengini” sayılmaktadır. Amerika’nın ise günlük sekiz milyon varil dışarıdan satın almak mecbûriyetinde olmaktadır. Bu miktar on yıl içinde on milyon varilin üztüne çıkacaktır. Zira bir çok kuyularında petrol tükenmeye yüz tutmuştur. Amerika, Suud petrolunü “Aramko” adıyla kurduğu bir şirket mârifetiyle çıkartmakta ve bu petrolün yüzde ellisini çıkarma külfeti mukabilinde bedelsiz alabilmektedir. Diğer müslüman memleketlerinde de aynı durumu gerçekleştirmek istemektedir. Bugün onun Saddam Hüseyin ‘i bahane ederek Irak’a girmesinin sebebi budur.
Afganistan’a yerleşme sebebini ise yukarıda izah edildiği üzere Çin ve Hindistan’ı kontrol altında tutabileceği bir üssü’l-harekeye sahip olma ihtiyacıdır. Buna ilâveten o ülkede mevcud bulunan ve yeni keşfedilmiş olan “pallatyum” adlı stratejik madeni ele geçirmektir. İsrail’in İslâm Âlemi üzerindeki plan ve düşüncelerinin yukarıda zikredilen sebeplere ilâveten bir de su ihtiyacına bağlı olduğunu burada ehemmiyetle tebârüz ettirmek gerekir. Gerçekten gelecekte Ortadoğu’da su ihtiyacı artan nüfus muvâcehesinde –daha da çoğalacak ve bu durum bilhassa İsrail için hayatî bir değer kazanacaktır. Bugün onun Golan Tepeleri’nden sağlayabildiği içme suyu tamamıyla kifâyetsiz olduğu gibi çölü yeşertmek gâyesiyle giriştiği teşebbüsler de suya olan ihtiyacını her an arttırmaktadır.
Amerika’yı nice zamandan beri kendi siyâsî emellerine mâhirâne bir sûrette kullanmış olan İsrail, Amerika’nın petrol ihtiyacını bu devlet için bir yem gibi kullanarak onu kendi emellerine paralel bir mevkîye sevkedebilmiştir. Tıpkı 19. asır nihâyetinde İngilizlere yaptığı gibi.. Fakat Amerika, girdiği her Ortadoğu memleketinde bir bünyeye dâhil olmuş yabancı unsur gibi telakkî edilip tevâlî eden yanlışları sebebiyle “Çirkin Amerikalı” hüviyetiyle arz-ı endâm edince emellerine re’sen ulaşmak yerine bir vâsıta aramak mecbûriyetini hissetmiş ve bunun için de Türkiye’yi bulmuştur. Yahudi siyâsî emelleri icâbı olarak bölünmüş olan İslâm Âlemi’ni daha da bölünmüşlüğe müncer olsa bile bir “ağabey” vâsıtasıyla tek elden güdümüne almak ihtiyacı Amerika için an-be-an artmaktadır. Girdiği her yerde istenmeyen bir müstevlî mevkiine düşmekten kurtulamaması, bu ihtiyacı gittikçe vazgeçilmez hâle getirmektedir. Bu sebeplerdir ki, Türkiye’yi onun tarihî mirasını kullanmak sûretiyle bu iş için bir “taşeronluk” a imâle etmeye çalışmaktadır. Son günlerde Türkiye’de laik ve kemalist bir düzen yerine “ılımlı İslâm” adıyla vâkî olan telkinlerin derûnî sebebi budur. Zira laik ve kemalist bir Türkiye, Âlem-i İslâm’da yadırganacağı cihetle bundan vazgeçmesi istenmektedir. Âlem-i İslâm’da Türkiye’yi bir “baş” durumuna getiren böyle bir projenin içinde hilâfetin yeniden ihyâ edilmesi arzusu bile mevzubahistir. Bunun için daha şimdiden gizli gizli çalışmalar başlamıştır. Türkiye’de laikliği ve kemalizmi –âdetâ- bir “din” gibi benimsemiş bulunan bazı çevrelerin “ılımlı İslâm” ifadelerine şiddetle karşı çıkışları, henüz su yüzüne çıkmamış bulunan bu gerçeğe vukûfiyettendir.
Bize gelince, Türk millletinin yeniden ve âlemşümûl bir kudret olmasının önündeki en büyük engel, “sakîm kemalizm ve laiklik anlayışı” olduğuna nazaran, bunların bertaraf edilmesi her türlü hâlukârda zarardan çok kâr tevlid edecektir. Bir tarattan AB, kemalizmin fârik ve mümeyyiz vasfı olan “militarizm” sebebiyle onu reddetmekte, diğer taraftan da Amerika, Ortadoğudaki şahsî emellerine ulaşabilmek için bizi kullanmak istemektedir. Şu durumda Ortadoğu petrollerinin işbaşındaki idareciler tarafından büyük ekseriyetle gaspedilmiş olmasından daha kötü olmayacak bir Amerikan plânına neden karşı çıkalım. Saddam’ın “altmış dört milyar dolarlık” serveti ona gökten mi yağmıştır?!. Etrafındaki insanların devâsâ servetleri de cabası… Demek ki, Irak petrollerini Amerika çıkarsa herhalde Irak halkına bu yerli işgalcilerden daha fazla pay vereceği muhakkaktır. Esâsen Batı ülkeleri her tarafta toprak altında mevcud olan petrolü kasalarında bir ihtiyaç akçesi olarak görmektedirler. Ucuz veya pahalı onu elde etmek mecburiyetindedirler. Batı sanayii en az daha elli sene bu petrol olmaksızın ayakta kalamaz.
Şu ihtiyaç ve yerli halklar tarafından kendilerinin müstevlî görülmesi sebebiyle yerli bir partnere ihtiyaçları mutlaktır. Bunun ilk keşfeden Amerika değildir. AB de aynı ihtiyacı hissetmekte ve bizi Amerika’ya kaptırmamak için kapısında oyalamaktadır.
Bizse tarihî miras ve şahsiyetimize avdetin önündeki engelleri tek başımıza gerçekleştiremeyeceğimizden AB ile birlikte Amerika’nın da bu husustaki yardımlarından müstağnî kalamayız. Esâsen böyle bir arzuya üç yüz milyar dolara yaklaşmış olan bir borç kamburuyla istesek de meyledemeyiz. Şu hâlde dâhildeki islâmî gelişmelere muvâzî ve muâvin bir kudret, böylece dışımızda zuhûr ediyor demektir. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.
Şu kısa hülâsâdan anlaşılacağı üzere, bir devleti büyük yapan mezkûr üç unsurun üçü de sevk-i kader ile ânbeân geri gelmekteyken buna bir de hâricî şartları ekleyerek düşünürseniz, Türkiye ‘nin yakın bir gelecekte, Osmanlı ‘nın en büyük olduğu zamandan daha büyük olacağı gerçeği ortaya çıkar. Bu günümüz şartlarında tek bir bayrak altında gerçekleşmeyebilir. Fakat unutmamak gerektir ki, İslâm Âleminin bugünkü perişanlığının asıl sebebi başsızlıktır. Hilâfetin ilgasından sonra husûle gelen boşluğu doldurmak üzere kurulmuş bulunan “İslam Konferansı Daimi Teşkilâtı” o boşluğu doldurmaya hiçbir zaman kifâyet edememiş ve gelecekte de edemeyecektir.
Yukarıda Türkiye’nin geleceği ile alâkalı olarak söylediklerimiz, başın teşekkül etmek üzere olduğunu göstermektedir. Bu oluş tamamlandığı gün İslâm Âleminin de “Kur’an Medeniyeti” nin yeni ve şa’şaalı bir safhasını idrak edeceğinden şüphe edilemez.
Müslüman milletler âilesinin her birinin toparlanma şartlarını onların zâtî ve mahallî şartlarıyla ayrı ayrı tahlil etmek îcâb ederse de biz burada bir iki noktaya kısaca temâs ederek bu uzun yazı serisini nihayetlendirmek istiyoruz.
Bu gün Filistin ‘de cereyan eden fâcia, Müslüman Arapları o topraklardan kaçırmak maksadına bağlı bir emelin neticesidir. Gerçi daha şimdiden oradaki nüfus sağa sola dağılarak yüzde elli nisbetinde azalmıştır. Filistin’in hemen yanıbaşındaki Ürdün devletinde yaşayan Filistinliler , yüzde altmıştan fazla bir ekseriyettirler. Bununla beraber Müslümanlardaki nesil bereketi sarsılan nüfus dengesini kısa zamanda telâfî edecektir. Zira -siyonist propagandaların tesiriyle- bugün İsrail’in sağladığı Dünya çapındaki destek sondur. O bu desteği bir daha bulamayacaktır. Fazladan olarak Amerika desteği de on seneye kadar artık kendisi için vârid olmayacaktır. Aksine Dünya umûmî efkarıyla birlikte Amerika’nın da desteği mağdur ve mazlum Filistinliler’in yanında yer alacaktır.
Şu muhtemel gelişmelerin Âlem-i İslâm’da husûle getireceği tesirler üzerinde ne söylense azdır. Biz burada şu kadarını ifade edelim ki, yakın bir gelecekte siyonizmin en fazla aksülamelle karşılaşacağı iki ülke, Türkiye ve Amerika olacaktır. Bu iki ülkede siyonistler için vâkî olacak hendikaptan kurtulmak, onlar için asla mümkün görünmemektedir.
Bugün İslâm Dünyası’ndaki devletler demonte olmuş (parçalarına yartılmış) bir motorun parçaları gibidir. O iktisâdî ve coğrâfî bakımdan bir montaja, yani birleştirip bütünleştirilmeye muhtaçtır. Başta “su” olmak üzere “petrol” ve “doğalgaz” gibi geleceğin en stratejik ehemmiyete hâiz maddeleri ekseriyetle bu âlemdedir. Onları birbirine düşüren ihtilafların temel müşevvik ve âmili siyonizmin, artık kemâlden zevâle dönüş safhası başlıyor.
Bugünkü hâdiselerin sebep ve tohumları geçmişte olduğu gibi, yarınkilerinki de bugündedir. Bugün nüve halindeki -siyonizme müteveccih- nefret, gitgide katmerleşerek büyüyecek ve bu müessir ortadan kalkınca İslâm Âlemi’nin birleşip kuvvetlenmesi önlenemeyecektir.
Bugünkü hâdiselerin sebep ve tohumları geçmişte olduğu gibi, yarınkilerinki de bugündedir. Bugün nüve halindeki -siyonizme müteveccih- nefret, gitgide katmerleşerek büyüyecek ve bu müessir ortadan kalkınca İslâm Âlemi’nin birleşip kuvvetlenmesi önlenemeyecektir.
Osmanlı ‘yı parçalayarak onun yerine -Siyonizme bir nefes aldırmak için- küçük küçük devletçikler kuranlar, âdeta bir kaplan postunu kırk tilkiye kürk yapmış gibidirler. Bunların hiçbiri, bir yavru kaplan olamadı. Lakin, “öz, çekirdek ve tarih mirası” Türkiye ‘de, Türk insanının idrakinde, bâkî kaldığı için onun yakın bir gelecekte, nasıl genç bir kaplan olarak ecdâdının yerini alacağını, bütün Dünya hayret ve dehşetle müşâhede edecektir.
Engin Karaca.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kıbrıs Fatihi Ecevit Mi Erbakan Mı?

Kıbrıs Fatihi Ecevit Mi   Erbakan Mı? İngiliz Ulusal Arşiv belgeleri, Kıbrıs Harekatı'yla ilgili bilinmeyenleri ortaya döktü. Belgeler de Kıbrıs'ın Ecevit mi yoksa Erbakan mı olduğu da ortaya konuyor. İngiliz Ulusal Arşiv belgeleri, kamuoyunda bilinenin aksine Kıbrıs Barış Harekatı'nın mimarının merhum Başbakan Bülent Ecevit değil dönemin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan olduğunu ortaya koyuyor. Doktora çalışması için girdiği İngiliz Ulusal Arşivi'nde tam 10 yıl boyunca çalışan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında yaşananlara ilişkin çok ilginç ve bugüne kadar hiç anlatılmayan konuları içeren belgelere ulaştı. "Büyük Güçler, Türkiye ve Kıbrıs Meselesi (1967-1975)" başlıklı TÜBİTAK projesi için 2005 ve 2006 yıllarında altı ay İngiliz Arşivleri'ni tarayan Bilgin, bu önemli belgeleri ilk kez star Pazar'a açıkladı... Harekatın mimarı Erbakan İngiliz Ulusal Arşiv bel...

11 Eylül Gerçeği.

11 Eylül'ün Sırları Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin, uçakların çarpmasının ardından çökmesi halen Dünya’nın en karanlık olayı olarak karşmızda duruyor. İşte dehşet verici kanıtlar, görgü tanıkları, ifadeler, fotoğraflar, belgeler ve büyük yankı uyandıran Türkçe altyazılı belgesel. 11 Eylül 2001 günü meydana gelen olaylar Yerel Saatle 08:46:30 da bir uçak Dünya Ticaret Merkezi Kuzey Kulesi 94.-98. katları arasına kulenin kuzey tarafından çarptı. Bina çarpmadan 102 dakika sonra yıkıldı. Dünya Ticaret Merkezi Güney Kule'ye çarpan uçak Yerel Saatle 09:02:59 da ikinci bir uçak Dünya Ticaret Merkezi güney Kulesi 77.-85. katları arasına kulenin güney tarafından çarptı. Bina çarpmadan 56 dakika sonra yıkıldı. Pentagon'a çarptığı iddia edilen uçak Yerel Saatle 09:37:46 da Pentagon'a üçüncü bir uçağın çarptığı açıklandı. Olay yerinde herhangi bir uçak enkazına rastlanmadı. Resmi açıklamaya göre uçağın jet yakıtıyla yanıp kül olduğu şeklindedir....

Gerçek SOMA

ŞEYTANIN BİLE AKLINA GELMEZMİŞ ŞEYTANIN BİLE AKLINA GELMEZMİŞ  (okumayan kalmasın.) Diyor ki; “bunu şeytan bile düşünemez!”. Peki nedir o şeytanın bile düşünemeyeceği? Soma faciasının bir sabotaj olması! Böylece Gezi’nin yıldönümü  yaklaşırken sokakların yeniden karıştırılmak istenmesi! Beyefendi sanırsın ki uzayda yaşıyor. Bu ülkede bu ihtimal, beşikteki bebeğin bile aklına gelir. Amma, “Acaba sabotaj olabilir mi?” diye sormaya kalkarsan lafı ağzına tıkarlar. Dahası linç ederler, ediyorlar da. Ne şeytanlığın kalır, ne bilmem nen. Tek dertleri Erdoğan’ı “dövmek”! Sabotaj olursa dövemeyecekler. Vah ki vah! 17 Ağustos depreminde Veli Göçer’i hedef tahtasına oturtmuşlar, depremin faturasını sanki memleketteki tek müteahhit oymuş gibi kendisine kesmişlerdi. Çünkü o gün işlerine öyle geliyordu. Ne diyorlardı? “Ucuza mal etmek, daha çok kazanmak için çimentodan, demirden çaldı”. Peki ya Alp Gürkan! Yo o masum! Hatta o da bu facianın kurbanı. Bak sen! Koro halinde Alp Gürkan’ı...